Üsküp'ün çeşit ve çok zengin bir tarihi mirası vardır. Her uygarlık, antik çağlardan günümüze kadar şehrin gelişimi ve yaşamı hakkında kalıcı izler bırakmıştır. Çeşitli arkeolojik alanlar, ortaçağ kiliseleri ve dini ve lâik yapıdaki Osmanlı binaları kendileri için konuşur. Üsküp şehrinin Osmanlı kültürel mirası, bizim ilgimizin hedefi ve bunu aşağıda sunmaya çalışacağız, daha doğrusu, 1392-1912 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Üsküp'te Osmanlı döneminde inşa edilen binalara genel bir bakış yapacağız.
Osmanlı Dönemi
13'cü asırın 80’li yıllarında Osmanlılar Küçük Asya'yı işgal ettmiş ve sadece bir asır sonra Avrupa'ya da varmışlar. Osmanlı İmparatorluğu, çok uzun bir süre Balkanlar tarihindeki en büyük siyasi güçlerden biriymiş. Aslında, 14. yüzyılın başından 20. yüzyılın başına kadar Osmanlı devleti bölgedeki en büyük siyasi örgütmüş.
1355 yılında Çar Duşan'ın ölümünden sonra, Oğlu Uroş döneminde, feodal beylerin çıkar çatışması nedeniyle, Makedonya topraklarının sınırları içinde bulunduğu Sırp devletinin birliği zayıflamaya başlamış. Bazı feodal beyler Uroş'tan ayrılıp kendi topraklarının efendisi olmuşlar. Böylece Ugleşa Ser ve Drama bölgesinde çok güçlenmiştir. Ser, Selanik ve Utsrumca arasındaki bölgeleri büyük Bogdan tarafından yönetiliyormuş ve Dragaş ve Konstantin Deyanoviç kardeşler Jegligovo, Kratovo, İştip ve Tikveş bölgelerini yönetiyorlarmış. Ugleşa'nın kardeşi Volkaşin, kendi iktidarını Makedonya’nın güneybatısında güclendirmiş aslında Üsküp, Prizren, Ohri, Manastır, Pirlepe ve Florina şehirlerinde ve 1366'da kendini kral ilan etmiş. Böylece dağılık Makedonya bölgesi Osmanlıların girişini kolaylaştırmıştır.
Darbeye ilk kişi olduğu için, Ugleşa tehlikeyi hissettmiş ve kardeşi Volkaşin ile birlikte Osmanlıların işgalini önlemeye çalışmışlar. 26 Ekim 1371'de Çernomen köyü (bugün Yunanistan'da Ormenio) yakınlarında bulunan Maritsa nehri kıyısında Lala Şahin Paşa tarafından yönetilen Osmanlı Ordusu ile Volkaşiin Mırnyavčević ordusu ve kardeşi Despot Yovan Ugleşa’nın ordusu aralarında Maritsa muharebesi gerçekleşmiştir. Yerel yöneticiler kardeşler Deyanov-despot Yovan, Konstantin Dragaş ve daha sonra Volkaşin'in oğlu ve diğerleri, Türk sultanının egemenliğini tanımak, vergi ödemek ve ordularına katılarak devamdaki Balkan kampanyalarna katılma yükümlülüğü ile vasaları olmak zorunda kalmışlardır. Marko'nun bir Osmanlı vasalı olmasi ile ilgili kesin bir kronoloji yoktur, en kesin varsayımlardan biri, Prilep Krallığı'nın Timurtaş Paşa tarafından fethedilmesiyle 1385 civarında gerçekleşmiş olmasıdır. 1391'in sonlarında ve 1392'nin başlarında, Sırp ordusunun Kosova'daki yenilgisinin (1389) bir sonucu olarak, Osmanlı orduları Üsküp'e girmiş ve Sırbistan ve Bosna'daki ilerlemesi için onu güçlü bir askeri üs haline getirmişlerdir. Üsküp savunanları çok güçlü bir direniş göstermişler, böylece Paşa Yiğit Bey liderliğindeki Osmanlı ordusu, "kafirleri" oklarla ve kılıçlarla yok etmek için genel bir baskına zorlanmışlardır. Üsküp'ün savunması muhtemelen kuzey Makedonya'daki Osmanlı fatihlerine karşı yönelik son girişimmiş. Böylece vasal bölgeleri Konstantin Dragaş (kardeşi Despot Yovan 1378'de ölmüş) ve Kral Marko kendilerini Türk yönetimleri arasında sağlam bir şekilde sıkışmışlardır. Sonuç olarak, politikalarını ve eylemlerini, özellikle dış dünyaya, egemen Osmanlı sultanının çıkarlarına ve emirlerine sunmak zorunda kalmışlardır. Böylece, 1393/94 kışında I. Bayezid, Hıristiyan vasallarını Ser'e çağırmış ve gelenler arasında Konstantin ve muhtemelen Marko da varmış. Padişahın ilk niyeti onları tasfiye etmekmiş, ama yine de vazgeçmiş. Ser'deki toplantıdan sadece bir yıl sonra, Konstantin ve Marko askeri müfrezeleri ile Ulah Voyovoda’sı Mirçea'ya karşı kampanyaya padişah ordusuna katılmak zorunda kalmışlar. 17 Mayıs 1395'te Roviny muharebesinde, Makedonya'dan bu Türk vasallarının her ikisi de hayatını kaybetmiştir. Ölümleri, devletlerinin neredeyse bağımsız statüsünün sona ermesine neden olmuştur. Konstantin ve Marko'nun yönettiği bölgelerde doğrudan Osmanlı yönetiminin kurulması çok zor ve direniş olmadan geçmiş, çünkü herhangi bir yerel direniş, iç güçler karşısında başarısızlığa mahkum olacaktı ve dışarıdan yardım beklenemezdi. Osmanlı imparatorluğunun II. Murat, II. Mehmed, II. Bayezid, I. Selim I ve II. Selim sultanları altında genişlemesi ve istikrara kavuşturulması sırasında, bu imparatorluk büyük maddi potansiyel kaynakları ile İslam dünyasının lideri haline geldiğinde, Makedonya'da yeni siyasi ve sosyal ilişkilerin yanı sıra mimari çalışmanın gelişimini önemli ölçüde etkileyen yeni ekonomik, sosyal, dini ve kültürel fırsatlar yaratılmıştır. Yeni kavramsal, felsefi ve sanatsal etkilerin yanı sıra yerel kültürel ve inşaat gelenekleri ve yenilikleri ile iç içe geçmeye dayanıyormuş.
Sultan II. Mehmed'in idaresi altında yürütülen Timaro-Spahi sistemine dayanan devlet düzeninin yeniden düzenlenmesi, ve özellikle İslam'ın dini normları, bireysel kentsel toplulukların oluşumunda ve dini yapıların içeriğinde ve kavramlarında ve bir dizi kamu yapıda ayrılmaz bir şekilde dokumuşlardır. Böylece, İslam mimari dünyasının karakteristik içeril ve özelliklerini almış, Makedon şehirleri sosyal ve çalışma bölgesi olarak gelişmiş bir çarşı ile oryantal kentsel kavramları, ve bir yerleşim alanı olarak çok sayıda mahalle. Üsküp'ün ilk hükümdarı üskübü fetheden Paşa Yiğit Bey (1392-1414) olmuş. Ondan sonra oğlu Ishak Bey (1414-1439) aynı pozisyonu almış, yerine oğlu Isa Bey gelmiş (1439-1463). Isa Bey, Bosna'nın fethine kadar görevliymiş ve sonra yeni kurulan Bosna Sancağında Bosna Sancak Bey'i atanmıştır.
Üsküp şehri (Üsküb) açık alanda, sur olmadan inşa edilmiş ve Serava nehrinin her iki tarafına yayılmıştır. Eski kale Türk ordusu için bir mürettebat görevi görmüştür. Fetihten sonra Üsküp şehri Sofya Paşa-Sancağına dahil edilmiş ve 1550 civarında Üsküp'te Üsküp Sancağı kurulmuştur.
Üsküp yöneticileri, kentsel yaşamın çekirdeği olan sayısız tesis inşa ettmişlerdir. Türkler, inşaat ve yeni ekonomik, politik ve kültürel ilişkiler yoluyla, maddi ve manevi kültürün tüm alanlarına yansıyan yeni bir yaşam biçimi geliştirmişlerdir. Kentsel mahalleler oluşmuş ve yavaş yavaş gelişmiş - farklı konut mimarisine sahip bir mahalle, çeşitli el sanatlarının özel sokak pazarlarına sahip olduğu zengin bir çarşı. Yerli ve yabancı tüccarlar çok sayıda kervansaray, handa barındırılıyormuş. Ayrıca bedestenler, hamamlar, türbeler, tekkeler ve camiler inşa edilmiş, böylece 15. yüzyılda kasaba askeri merkezinden Oryantal karakterli bir ticaret merkezi haline gelmiştir.
Ancak, Osmanlı yönetimi sırasında Üsküp, büyük hasara neden olan ve normal gelişimi daha da yavaşlatan bir dizi felaket yaşamıştır. Bunlar arasında 1402'de I. Bayezid 'in ölümünden sonra Osmanlı prenslerinin üstünlüğü mücadelesi sırasında 1413'te Şeyhzade Musa'nın tarafından yıkılması, 1555'teki güçlü deprem, Piccolomini liderliğindeki Avusturya ordusunun geri çekilmesi sırasında 1689'da askeri yıkım ve ateş, 1908'deki çarşıdaki yangının yanı sıra 18. ve 19. yüzyılların sonundan önce Vardar'ın büyük selleri. Daha yakın bir tarihte, Üsküp 1963'te yıkıcı bir depremle sarsımıştır. Bu felaketler şehrin zengin mimari mirasını önemli ölçüde azaltmış ve fakirleştirmiştir. Buna ek olarak, nadiren değil, daha sonraki müdahalelerle, bazı binalar karakterlerini değiştirmiş ve özgünlüklerini ve anıtsallıklarını büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Anıt sayısının azaltılmasında çeşitli kentsel planlar da rol oynamıştır. Yukarıdaki nedenlere rağmen, Üsküp'teki birçok anıt, beş yüzyıl boyunca yaratılan Osmanlıların zengin manevi ve maddi kültürü olarak korunmuştur. Bunlar dini binalar: camiler-mescitler, medreseler, türbeler ve evler ve aynı zamanda kamu karakterleri olan binalar: imaretler, kervansaraylar, hanlar, çarşılar, hamamlar, su tedarik sistemleri, halk çeşmeleri, köprüler. Bu binaların çoğu çok eskidir ve Üsküp'teki Osmanlı yönetiminin ilk yıllarına, özellikle 15. ve 16. yüzyıllara dayanmaktadır. Bu binaların sayısız temsili, anıtsallıkları ve mimari çözümlerin zenginliği, şehrin gelişimi ve en önemli Rumeli merkezlerinden biri olan Üsküp'ün Osmanlı İmparatorluğu içindeki öneminden bahsediyor. Bu anıtlar aynı zamanda kentsel nüfusa, yüksek standartlarına ve kültürel düzeylerine de referanstır. Bugün, başta camiler olmak üzere korunmuş bazı anıtların orijinal amaçları vardır, bazı binalara ise şehrin modern yaşamına uymaları için yeni bir işlev verilmiştir. Bedesten, Sulu Han, Kapan Han, Dautaşa Hamam, Kurşunlu Han, Postane ve Vilayet Konağı için de durum böyle.
Sunulan Osmanlı dini yapılarının çoğu korunmuş anıtlardır ve bazıları artık mevcut olmayan ve bunlar hakkında literatürde veri, yazılı belgeler, fotoğraflar, arşiv materyalleri ve nesiller boyunca aktarılan ağızdan ağıza sözlü ifadelere dayanır.
Zekirija Abdul